31 Ağustos 2007 Cuma

Aspirin Sen Nelere Kâdirsin



Beyaz T-shirtlerden ter lekelerini çıkartmak için, yarım bardak suda 2 adet Aspirin eritin ve lekeli yerleri bu karışım ile ıslatın. Bir saat beklettikten sonra yıkayın. Ayşe Teyze bile gözlerine inanamayacak.


Yüzdüğünüz havuzdaki fazla klor nedeniyle saçlarınız sararırsa, 8 adet Aspirini bir bardak suda eriterek saçlarınıza uygulayın. 10 dakika bekledikten sonra durulayıp, şampuanlayın. Bakalım saçlarınız ahenkle dans edecekmi...

Yüzünüzde sivilce çıktığında bir Aspirini ufalayın ve azıcık su ile macun haline getirin. Bu macun ile sivilcenizin üstünü kaplayın. Birkaç dakika sonra yıkayıp kurulayın. Kırmızılığının geçtiğini ve küçüldüğünü göreceksiniz.

Çiçeklerinizi vazoya koymadan evvel suda bir adet suda eriyen Aspirin eritin. Çiçekleriniz daha uzun süre taze kalacaktır.

Kepekten kurtulmak için iki adet Aspirini ufalayıp şampuanınıza katın ve başınızı sabunlayıp 1-2 dakika bekledikten sonra durulayın. Bakalım Neşe kepek sorunundan kurtulacak mı...

Sivrisinek sokmalarında, ısırılan yeri ıslatın ve üzerini Aspirin ile ovuşturun. Sivrisinek kovucu yerine ısırık ovucu bu...

Arı sokmalarında da aynı yöntem uygulanabilir ama bazı durumlarda bu tedavi komplikasyonlara da neden olabilmektedir.

Bir litre suda 1 adet Aspirin eriterek hazırladığınız suyu saksı çiçeklerini sulamada kullanırsanız, bu topraktaki mantar türü hastalıkları bertaraf edecektir. Ancak fazla Aspirin katarsanız yaprakların sararmasına neden olabilirsiniz.


Bir adet limonun suyuna bir adet suda eriyen aspirin katıp, bu sıvı ile ellerinizi ovuşturursanız ellerinizdeki nikotin izlerini ve çimen izlerinizi çıkartabilirsiniz.

30 Ağustos 2007 Perşembe

Volkswagen vs. Microsoft













Bill Gates Microsoft'un bir seminerinde bilgisayar sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme yapmış :

"Eğer Volkswagen firması son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup dünya turu atmamız mümkün olacaktı"


Birkaç gün sonra Volkswagen firmasının bir basın açıklaması yayınlanmış.

"Eğer otomotiv sektörü Bill Gates in işletim sistemi gibi gelişmiş olsaydı, her alacağımız arabada tek koltuk olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda kalacaktık; arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak; gösterge tablosundaki tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde ARABANIZ GEÇERSİZ BİR İŞLEM YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAKTIR yazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra arabanın hava yastıkları açılmadan önce bir düğmenin üzerinde HAVA YASTIKLARI AÇILACAK EMİN MİSİNİZ diyen bir ışık yanacaktı"

Müzayede Bitmeden...


Adam zengindi. Hem de çok insanın hayal edemeyeceği kadar zengin.
Ülkenin en güzel şehirlerinin en güzide semtlerindeki dairelerinin sayısını bile bilmiyordu. Ayrıca, iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin koleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu.
Çiftlikleri ve arabaları da vardı tabii. İşlettiği mağazalarda binlerce insan çalışıyordu. Herkes, 'Keşke onun yerinde ben olsam!' diye düşünüyordu.


Gelin görün ki o, bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahip olduğu doğruydu. Ancak, içinde bir yerde derin bir boşluk, doyurulmaz bir açlıkla kıvranıyordu. Kendisine'Baba!' diye sarılacak bir çocuğu yoktu. Yıllardır eşiyle birlikte bu yanlızlığı, bu eksikliği içten içe hissetmişlerdi. Ama umutla dua etmeye, sabırla beklemeye devam ediyorlardı.

Eşi, aynı zamanda bir ressamdı. Kadın hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlı boya tablolara çiziyordu. Ancak resimleri hep kendine saklıyor, sergiliyordu. Resmini yaptığı bebekleri, çocukları kendi çocukları gibi seviyordu. Haliyle, çocuklarını parayla bir başkasına satmak aklının ucundan geçmezdi.

Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık çocuk sahibi olma hayalleri bitmişti. Fakat beklenmedik bir şey geldi başlarına. Ağır bir trafik kazası geçirdiler. Adam hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak karısı ciddi bir beyin hasarı ile yoğun bakımda yattı aylarca. Adam karısının sağlığı için servetinin önemli bir kısmını harcadı. Derken, doktorlar karısının kısmen iyileştiğini söylediler. Kadın eve döndü.Ama artık eskisi gibi değildi. Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu. Karısının gündelik işlerini yapabilmesi için bir bakıcı hanım çalışıyordu yanlarında. Kocasını savaşta kaybetmiş genç hanımı adam ve eşi evlatları gibi sevdiler. Eve biraz olsun çocuk cıvıltısı getiren iki küçük çocuğunu da torunları bildiler.
Bu arada evin hanımı eskiden olduğu gibi resimler yapmaya çalıştı. Bekleneceği gibi tabloları eskisi kadar başarılı değildi. Yine de kadının eski günlerdeki gibi mutlu olmasına yardımcı oluyordu.

Yıllar hızla aktı. Kadın bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü.
Adam, bakıcı hanım ve iki yetimini değerli hediyelerle evlerine gönderdi.
Çok geçmeden adam da kalp krizi geçirerek hayata veda etti.

Böylece hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı. İlk olarak paha biçilmez
antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu. İlk parça adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün umutlarını döktüğü, ruhunu ortaya koyduğu bu mütevazi tabloya kimse dönüp bakmadı bile. Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu. Satıcının 'Artıran var mı?' diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu.
Müzayede salonundaki sessizliği, müzayedeye ilk defa gelen bakıcı kadının sesi bozdu. Annesi gibi sevdiği bir kadının çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayede salonunda pek alışık olunmayan bir teklifle müşteri oldu:
'Beş dolar!'diye bağırdı acemice.
Daha fazlası yoktu cebinde. Umutla bir başkasının kendi teklifini artırmasını bekledi. Sessizlik yine bozulmadı. Müzayede yöneticisinin "Satıyorum Satıyorum..Saaaaat...tım." demesiyle tablo sadece 5 dolara kadının oldu.
Müzayede yöneticisi satılan tabloyu bir kenara koymak yerine çerçevenin arka yüzünü herkesin görebileceği biçimde yukarı kaldırdı. Tablonun arkasında katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Yine herkesin gözleri önünde
kağıdı aldı ve açtı. Özenli bir el yazısıyla yazılmış notlara göz gezdirdikten sonra kalabalığa döndü:
'Bayanlar ve baylar; müzayede bitmiştir!'
Sonra kağıt üzerindeki notu seslice okudu:
'Kim eşimin bu mütevazi emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa, eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur.'

***

Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı dersiniz?
'Karımın benim için yaptığı her şey benim değer verdiklerimden çok daha değerlidir' gibi.
Kocamın benim için yaptıkları onun sahip olduklarından çok daha paha biçilmezdir' gibi.
Ve çocuklarızın bizim için sevgiyle yaptıkları, kendi ruhlarını taşırıp da ortaya koydukları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz?

Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri bir paha biçer.
Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrümüzü bizim için en değerli olanları unutarak, hatta bazen kırarak tüketiyor olabiliriz.
Sevimli bir çocuğun babası ve annesi olmanın değeri borsalarda ölçülemiyor.
Fedakar ve sadık bir eşin bizim için yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor.
Oysa, hepsi antika..
Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği kadar özel ve güzel değerler.
'Müzayede' bitmeden birbirimize ziyadesiyle değer verelim. Olur mu...?

28 Ağustos 2007 Salı

Meşhur Rakıcılarımız...





Edebiyat dünyasından :
- Orhan Veli Kanık

Oktay Rifat, çok içtiği için Orhan Veli'yi uyaracak olmuş, "Böyle içersen, sonra kadınla yatamazsın" demiş; Orhan Veli de elindeki kadehi göstererek, "Ya bu daha güzelse?" diye yanıtlamış...

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum
Bir de Rakı şişesinde balık olsam.

- Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı)
"Cevat Şakir’e para göndermiştik gezide lazım olacak her şeyi alsın diye. Bir iki günde yiyecek bitti. Cevat neredeyse bütün parayla Rakı almıştı çünkü....)

- Melih Cevdet Anday

- Cahit Külebi
Çiğdemleri rüzgar okşar ya,
Sarkar ya söğütler ırmağa,
Rakıya su katılır gibi
Gözlerin başlar yansımaya.
Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Ülkeler de kadınlara benziyor,
Başlıyor, yansımaya."

- Oktay Rıfat
Hele hele o saatte onları bekleyen ev, izbe gibiyse ya da "soğuk"sa...
Bir de bakarlar ki ayakları meyhaneye götürmüş onları...
ve kadehler kaldırılır...

- Sait Faik Abasıyanık
(1930 yılında Fransa'da edebiyat fakültesine yazılmıştı. Onun içki ve avare yaşamla tanışması bu yıllara denk düşer. )
- Cahit Sıtkı Tarancı
Madem ki vakit akşam,
Madem ne evim barkım,
Ne de bir tek âşinam,
Açılsın gizli sofram,
Gelsin kadehte rakım,
Dostum, neşem ve şarkım!
Madem ki vakit akşam!
Madem ki Vakit Akşam

- Neyzen Tevfik
Rakı şarap içiyorsam sana ne
Yoksa kimseye bir zararım içerim
İkimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem şarhoşken de geçerim

- Ümit Yaşar Oğuzcan
Evet de Bütün marifetlerimi göstereyim sana
Gör, bir kilo Rakı nasıl içilirmiş
Nasıl şiir yazılırmış aç karnına
Nasıl yaşanırmış...
...
Ben artık o bildiğin adam değilim
Dün bir kilo rakıya "bana mısın" demezken
Şimdi sarhoşluğum erken başlıyor, erken

- Aziz Nesin
Bu Rakı var ya bu Rakı
Seninle içerken güzel
Kimler olursa olsun varsın
Rakılı ağzından öpmek en güzel

- Cemal Süreyya
Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı'nın kasabalısı,
Ve içtiği Rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki
Metin Altıok'a devredip masadaki yerini
İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.

- Özdemir Asaf
Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz.
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz.

- Atilla İlhan
Kadehlerde Rakı nazlı beyaz
Vaniköy korusunun tesrinler'deki sisi
Gramofonda incesaz, meyhane musikisi
O şenliklerden heyhat kim kaldı.

- Edip Cansever
Yürürüm usuldan girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh Rakı söylerim kendime
Bir kadeh Rakı daha söylerim kendime
-Söyle be!ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde ...

- Metin Eloğlu
Şişede durduğu gibi durmaz ki kafir
Tutar insana yaşamayı sevdirir

- Can Yücel
Kumkapı meyhanelerine dadandık...
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, Fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler,
Hızır Paşalar...
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri...
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni...
Yalnızığıim benim süpürge saçlım...
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi...

- Nazım Hikmet
Şu Varna deli etti beni, divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
Radyoda "Ha uşaklar!" Karadeniz havası,
Rakı kadehte aslan sütü, anason,
Uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islâh be, islâh be hâlim...
Şu Varna deli etti benidivâne etti...

- Ahmet Selçuk İlhan
Of ulan Of
Ulan beyefendiler
Ulan sosyetik züppeler
Anam avradım olsun
Topunuzu bir şişe rakıya değişirsem eğer
Hey Agop
Ne oldu bizim çilingir sofrası
Gönder dedik yarım
Leyla partilerde
Biz meyhanelerde kafayı bulalım
Ha eskilerden bir şarkı çal amanı bol olsun
Of ulan of
Kavanoz dipli dünya of
Sen yok musun...

Biraz da futbol dünyasından

- Eşfak Aykaç
Hani şu kulüp rakısı etiketinde İhap Hulusi ile kadeh kaldıran Ahmet Aykaç'ın oğludur

- Gündüz Kılıç
Bafra sigarasını ikiye bölüp, ekleye ekleye içermiş rakıyla

- Süleyman Seba
Rakı kadehine bir demet maydonoz koyarmış

- Metin Oktay
İlk kadehte "I Love You", son kadehte "beni bana bırakın" dermiş...

Sanatçılar :

- Müzeyyen Senar
- Bülent Ersoy
- Zeki Müren
- Tanju Okan
- Metin Akpınar

Rakı'nın Tarihi




Bektaşiye sormuşlar :
" - Hayatında kaç defa içtin ?"
" - Bir defa.... Ondan sonra hep mahmurluk attım".



Etimolojik açıdan bakıldığında Yakındoğu ve Ortadoğu ülkelerinde "araki" , "ariki", "arak" ve "rakı" gibi aynı kökten geldiği belli olan değişik birçok isim damıtılmış anasonlu veya sakızlı içkiyi tanımlar. Bu konuda bir iddia bu içkinin ilk Irak'ta yapılıp diğer ülkelere dağılmış olabileceğidir. Bu iddia pek akla yakın gelmemektedir. Zira Osmanlı'da 16. Yüzyılda "arak" olarak adlandırıldığı zaman Irak bir devlet olarak yoktu.

Bir diğer iddia razzaki üzümünden üretildiği için bu adı aldığı. Bu da olamaz zira rakı her türlü üzümden imal edilegelmiştir. Örneğin misket üzümü.

Bir başka varsayım ise Arapçada "arak" sözcüğünün "ter" anlamına gelmesidir. Rakının üretim tekniğine dayalı bu varsayım akla daha yakın olmalıdır. Zira sonuçta imbikte damıtma işlemi sırasında ter damlacıkları gibi damlalar oluşmakta ve birleşerek oluktan dışarı akmaktadır.

Doğu Hindistan, Malezya, Seylan ve İran'da çeşitli bitkilerin damıtılması sonucu ortaya çıkan içkilerin tamamına "arak" denmesi bu görüşü kuvvetlendirmektedir.

Alkol olmadan rakı yapılamaz. Arapça kökenli olan alkol sözcüğü, bir belirtme takısı olan "al" ile kaş boyası olarak kullanılan rastık tozu anlamına gelen "kühl" sözcüklerinden oluşmuştur. Kimyada formülü C2H2O'dur.

Eski Mısır'da imbik katı'dan damıtılarak rastık boyası yapmakta kullanıldığından sıvıdan damıtım işlemi için de aynı ismin kullanılmış olması muhtemeldir.
İmbik olmadan alkol yapılamaz.İmbik ile ilgili elimizdeki en eski bilgiler ise Venedik'te Saint Marco müzesinde bulunan Panopolisli Zosimos'un 28 ciltlik Simya Ansiklopedisinde bulunmaktadır. İskenderiye simyacısı olan Zosimos MS. 4. Yüzyılda yaşamış olup eserinde kendisi gibi İskenderiye simyacısı olan MS. 1.Yüzyılda yaşamış olan Maria'nın Tribikos adlı damıtma aygıtının resmini Ansiklopedisine çizmiştir. Sıvı damıtmaya yarayan bu aygıtın üç değişik seviyesinden çıkan oluklardan üç değişik damıtım mahsulü sıvı alınabiliyordu. Maria ayrıca bugün Bain Marie (ben-mari) olarak bilinen su banyolu ısıtma işleminin de mucididir.
Suma imbikte ısıtılmaya başlayınca alkol 78.4 oC'da kaynayıp buharlaşmaya başlar. Suyun kaynaması için sıvının 100 oC'a ulaşması gerekir. Sıvının sıcaklığı 100 oC'ın altında tutulduğu sürece yalnızca alkol buharlaşır ve tekrar yoğunlaştırılarak damla damla akmaya başlar.
İslam İmparatorluğu sırasında ilk defa imbiğin alkol elde etmek için kullanıldığını göstermektedir. İbn-i Sina (MS. 844 - 932) eserlerinde kendinden bir yüzyıl evvel yaşamış olan Sufi Geber'in şaraptan damıtma yolu ile alkol elde ettiğini yazmaktadır.
MS. 9. Yüzyılda Araplar Sicilya'yı fethettiğinde üzümü sıkıp şırasını damıtarak elde ettikleri alkolü lamba yakmakta ve savaşta yaraları dezenfekte etmekte kullanıyorlardı. Araplar İslam dini elvermediği için bu sıvıyı içki niyetine içmeyi düşünmemişlerdi. Ancak, Sicilyalılar alkolün içerisine anason ekleyerek "tutone" adlı içkiyi yaptılar. Bugün içtiğimiz "Rakı"nın atası MS. 9. Yüzyılda Sicilyalıların bulduğu "tutone" dir. Moore'lar MS. 1000 yılında Sicilya'ya geldiklerinde tutulan kayıtlarda alkolsüz anasonlu bir meşrubat olan zammu'dan bahsedilir ve buna alkol ilave edince "zambur" adını alır. Bugün İtalya'da anasonlu içkiye "sambuca" denir.

GEÇMİŞTE RAKI ÇEŞİTLERİ
Şimdi Tekel'in imal etmekte olduğu dört çeşit rakıya kanıp geçmişte de böyle olduğunu zannedebiliriz. Bu yanlış olur. Tekel 1926 yılında kuruldu ve aynı yıl rakı imaline başladı.
Tekel rakısı olarak piyasaya Fevkalade, Aliyulala ve Ala rakıları çıktı. Bu rakılar 10, 15, 25, 50 ve 100 cl'lik şişelerde satılıyordu.
Sonra Tekel Yeni ve Kulüp Rakılarını çıkarttı. Tekel'in adı o sıralarda "İnhisarlar Dairesi" idi. Altınbaş'ın piyasaya sürülmesi yenidir. İnhisarlar Dairesi yani "Tekel"in kurulduğu yılllarda ülkemizde bandrol ödenerek özel sektör rakısı olarak şu rakılar satılmaktaydı :

"A" Rakısı
Bahçe
Memur
Olgun
Bülbülce
Edremit
Sevim
Çamlıca
Mürefte
Sümer
Bilecik
Adalar
Efe
Elif
Keyif
Hanım
Zarakosta
Çavuş
Alem
Dem
Dimitroeopulo
Baküs
Stafilino
Bülbül
Sakız
Fertek
Ankara
Üzüm Kızı
Ruh
Jale
Filurya
Denizkızı, Erdek, Umurca rakıları ise 1880 - 1900 arasında satılmaktaydı.
Bu rakıların Sakız Rakısı hariç diğerleri sadece anason içeren Düz rakı yani "Duziko" idi. Sakız Rakısının ise içinde sakız bulunuyordu ve Bozcaada'da imal ediliyordu. İçinde sakız bulunan rakı türüne genel olarak "Mastika" deniliyordu.
1930 yılına ait Beyoğlu'ndaki Lala lokanta ve birahanesinin fiyat listesinde şu rakılar yer almakta: Duziko Bomonti, Duziko Bilecik, Duziko Keyf ve Duziko Demitraeopulo.
Buradan o sırada piyasadaki en kaliteli rakıların bunlar olduğunu anlamaktayız. Hepsi de aynı fiyata satılmakta : 125 kuruş'a bir ufak şişesi, hem de mezeler dahil.
Aynı tarihlerde rakı içmeyi giderek azdırıp alkolikleşen, varını yoğunu alkole verdikten sonra rakı alacak para bulamayınca "Yakılmaya mahsus ispirtoya" düşen müptelalar mavi ispirtoya "Menekşe" diyorlardı.
Bu rakılar 1944 yılında rakı devlet tekeline alınınca ortadan kalkmış. Rakı devlet tekeline geçtikten sonra da bir müddet bölgesel dağıtımı olan özel sektör rakıları devam etmiş. Güneydoğu'da Gaziayıntap , İstanbul'da İstanbul, Boğaziçi ve Yaluva, Ege'de Nazilli ve Aydın rakıları içilmiş.
Tekel bir ara Adana'da "Boğma rakı", 1945-1947 arasında Sakız Rakısı ve İstanbul'da 1967 - 1975 arasında "Tek Rakısı" gibi yenilikler denediyse de tutmamış. "İyi Rakı'nın imalatına ise 1950'li yıllarda son verilmiştir.
Yukarıdaki listede yer alan "Üzüm Kızı" markalı rakıyı zamanın meşhur şairi Hüseyin Rifat üretiyordu. Ürettiği bu rakının etiketlerinin üzerine kendi yazdığı dörtlükleri bastırırdı :

O kadar tatlı ve hoştur ki rakım
İki zıkkımlanırım bir satarım.
Bunu takdir ederek her içenin
Canının üstüne canlar katarım !

Halis-üd-dem bir üzüm mahsulüdür,
Saf bir meydir, bunun bir şişesi
Derdi eksiltir; hele hergün içen
Kimsenin kalmaz gönül endişesi !

Bir görüşte namımı mirim, deme :
"Kim bu mahluk-ı acip, aya neci ?"
Bulamayınca şairiyetten gıda
Oldum işte ben de bi meyhaneci !
Alıntı : Marin Gençoğlu

Türklere Dair





TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER


İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler" Napoleon Bonaparte - Fransız İmparatoru

"Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur."
Tasso - İtalyan Şair

"Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz."
William Martin

"Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini, sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır."
Lamartine-Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.

"Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı."
Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)

"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar."
M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)

"Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır." İbn-i Hassul Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. Pierre Loti

Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
Çarnayev(Rus Komutan)

Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. Moltke

Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
La Martine

Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır.
Towsend (İngiliz Komutan)

Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor. Auguste Comte

Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
Lady Mary Wortley Montagu

Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk'ün özünü göstermektir. Bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez.
Decamps (fransız ressam)

Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar.
Câhiz (Arap Bilgini)

Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur. Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)

Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler. Comenius (Çek Bilgini)

Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)

Türk, Heredot'tan, Tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.
(Ünlü Tarihçi) Hammer

Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
Comenius (Çek Bilgini)

Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir. Kayzerling Her Türk'ün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. O hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir. Molkte

Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
Lord Byron

Türk korkmaz, korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe el atarsa başarır.
Semame İbn-i Eşref

Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk'ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor.
Gelland (Fransız Bilgini)

Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder.
Albert Einstein

Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar.
Andreas Phitiades

Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler.
Albert Sorel

Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez. Baron Büsbek

On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk'e bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. Charles Mcfarlene

Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir.
Donaldson

Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler.
Donaldson

Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz. Hamilton

Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur. Hamilton

Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır. Hammer

Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim.
Sir Julien Corbet

Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
Mulman

Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. Bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
Monradgea D'ohsson

Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk'ün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
Pierre Loti

"Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır."
Feldmareşal von Moltke -Alman Genelkurmay Başkanı

Taşı Beklemeyin...




Zengin bir adam Mercedes arabası ile şehirdeki dar bir yoldan geçiyordu. Birden, yoluna aniden fırlayarak elindeki taşı arabasına atan bir çocuk gördü.
Kapısına çarpan taşın sesi ile ani fren yapınca,arabası kaldırım taşına çarparak durabildi.Adam öfke ile arabadan fırlayıp, taş atan çocuğu kolundan tutarak sarsmaya ve "Sen ne yapıyorsun serseri, bak arabamı ne hale getirdin" diyerek bağırmaya başladı.
Üzgün ve suçlu tavır içindeki çocuk "Amca lütfen kızma, sizden önce geçen arabalara durmaları için işaret ettim, arabaların hiçbiri durmayınca, sizin arabaya taş attım" dedi. Ve, gözyaşları içinde, kenarda devrilmiş duran bir tekerlekli özürlü arabasını ve o arabadan düşerek yerde yatan birisini göstererek "Ağabeyim yürüyemiyor, onu tekerlekli arabası ile gezdirirken,kayıp devrildi. Ağabeyim yere düştü, kaldırmaya gücüm yetmedi, gelen geçen kimse de yok, siz onu yerden kaldırıp tekerlekli arabasına tekrar oturtmama yardım edermisiniz" dedi..
Zengin adam, ne diyeceğini bilemeden, boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalışarak, yerde yatan çocuğun yanına gitti, onu kaldırıp tekerlekli arabasına oturttu ve cebinden temiz birmendil çıkararak bacağındaki kanları sildi. Küçük çocuk abisini tekerlekli arabasıyla alıp giderken, hiçbir şey söyleyemeden arkalarından bakakaldı.
Arabasına döndüğünde, çocuğun attığı taşın, arabasının kapısında bıraktığı oyuk şeklindeki DERİN İZİ gördü.Ve zengin adam, bu derin taş izini hiçbir zaman tamir ettirmedi.Arabadaki bu taş izini şu mesajı hiç unutmamak için sakladı:
"Hiçbir zaman, yaşamın içinden, birilerinin seni durdurmak ve dikkatini çekmek için TAŞ ATMAYA mecbur kalacağı kadar HIZLI geçme. Allah , ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur. O sesi dinlemek için vaktimiz olmadığında ise, bize TAŞ FIRLATMAK zorunda kalır. İster fısıltıyı dinle, ister taşı bekle...Seçim senin...."

Yaşamın içinden son hızla geçerken, bir an durup,kendi hayatımızda da bize bazı şeyleri hatırlatmak için atılan TAŞLAR olup olmadığını bir düşünelim.........

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Yoğurt




Tarihte ilk yoğurdun üretilişi konusunda iki değişik sav vardır. Bunlardan birincisi Orta Asya'daki Türk göçebeler, ikincisi ise Balkanlardaki Türkler. Her iki seçeneğe göre de yoğurdu ilk üretenlerin türk olduğu kesin.
1000 yıl önce Yusuf Has Hacip tarafından yazılan Kutatgu Bilig ve Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan ve Divanü Lügât-it-Türk adlı eserlerde yoğurda bugünkü anlamda rastlanılmaktadır.Milattan önce 4'üncü yüzyılda ise Trakya bölgesinde bugün yoğurt adıyla bildiğimiz, prokiş denilen bir çeşit ekşi süt üretiliyordu.

Anadolu'da yoğurdun ilk kez yapılışına ilişkin yaygın bir inanış da şöyledir :genç bir kız Hıdrellez günü kırlarda çiy toplar.Bir ses bunları süte katarsa her derde deva bir yiyecek elde edeceğini söyler.Kız çiyi süte katıp yoğurt yapar.

Yoğurt türleri şöylece sıralanabilir :
- normal yoğurt
- kaymaklı yoğurt
- light yoğurt
- süzme yoğurt
- silivri yoğurdu
- aromalı yoğurt
- meyvalı yoğurt
- bio-yoğurt

Bio- yoğurtlar bağırsak sağlığınızı korumaya yardımcı olan Lactobacillus acidophilus ve Lactobacillus casei gibi sindirimsel bakteriler içerir. Bu bakteriler peptik ülser ve mide kanseri ile ilgili hücrelerin büyümesini durdurur, bağışıklık sisteminin daha iyi çalışmasını sağlayarak, alerji yaratan ortamları ortadan kaldırır.Avrupa birliği Ekoloji Yönetmeliğine göre Üreticilerin "Bio" ve "Eko" sözcüğünü kullanmalarına ürünlerin sadece gerçek biyolojik tarımla üretilmeleri durumunda izin verilir. Halen bir geçiş dönemi uygulaması vardır. Konvansiyonel metotla üretilen ancak üzerinde uzun süredir "Bio-yoğurt" ifadesi bulunan yoğurt markaları bu ifadeyi içeren ürünlerini 30.06.2006 tarihine kadar piyasada satabilecektir. Ancak gerçekten biyolojik tarıma geçmemiş firmalar ambalajında bu ürünün biyolojik tarım metoduyla üretilen bir ürün olmadığını belirtmek zorundadırlar.
Light yoğurtların yağ oranı daha düşüktür.Örneğin 100 gram normal yoğurtta 2 gram yağ bulunurken aynı oranda light yoğurtta 0.75 gram yağ bulunur.Enerji miktarı normal yoğurda oranla biraz daha düşük olan light yoğurtta bulunan protein, karbonhidrat ve kalsiyum oranları ise normal yoğurtla aynıdır.

Evde yoğurt yapmak isteyenler için pratik bir tarif :

Yoğurt yapılacak süt, önce kaynatılır.
Kaynatılan süt mayalama kabına aktarılır.
2 çay kaşığı eski yoğurt,yarım Kahve fincanı kadar sütle sulandırıldıktan sonra ,parmak dayanma sıcaklığına inmiş olan sütün (40-45 derece) içine sokulup hafifçe çalkalanır.
Yoğurt kabının üzeri, sütün soğumaması için sıkıca kapatılır.Sıcaklık uzun süre 37 derece dolayında olmalıdır.
4-5 saat mayalanmaya bırakılır. üzeri açılıp 2 saat serin bir yerde dinlendirilir.
Yoğurt, cacık ve ayran yemek kültürümüzde önemli bir yer teşkil eder.
Nasreddin Hoca fıkralarından "göle yoğurt çalmak", olmayacak hevesler peşinde koşanları hicvetmek için güzel bir örnektir.
Yoğurtla ilgili bazı deyim ve atasözleri şöyle sıralanabilir.

- Deniz yoğurt olmuş da yemeye kaşık bulunmamış
- Zemheride yoğurt isteyen cebinde inek taşır
- El, öğüt verir ama yoğurt vermez.
- Damızlıksız(mayasız) yoğurt tutmaz
- Değirmende yoğurt öğütülmez
- Kimse yoğurdum ekşi demez
- Süt yakarsa, yoğurt geçirir
Ayran, farklı ülkelerde farklı adlarla anılır. Bunlardan Bazıları :

Ayran : Türkiye, Bulgaristan, Kazakistan, Kırgızistan
Lassi : Pakistan, Bangladeş
Tan : Ermenistan
Laban : Suriye
Shenina : Ürdün
Moru : Hindistan
Laban Arbil : Irak
Smoothie : ABD
Yop : Kanada, İngiltere, İrlanda

Yoğurtla yenilen yemekler de şöyle sıralanabilir :

- Kebaplar (özellikle ali nazik kababı, iskender kebabı ve darüzziyafe köftesi)
- Salatalar (özellikle semizotu, patlıcan, kabak, kereviz salataları)
- Mezeler (özellikle köpoğlu, çılbır)
- Zeytinyağlılar (özellikle bakla, börülce, havuç )
- Çorbalar (özellikle yoğurt çorbası ve un çorbası)
- Kızartmalar
- Sıcak yemekler (özellikle dolmalar, şiveydiz, ıspanak, semizotu, sarma)
- Hamur işleri (özellikle mantı, börek, makarna
- Müsli
- Meyvalar

Kefir'e Dair







Kefir Kafkasya orijinli, sütün mayalandırılması ile elde edilen bir içecektir. Kefir tanelerinden elde edilir. Kefir taneleri, fındık tanesi büyüklüğünde, sarımsı beyaz bir renkte ve patlamış mısır görünümündedirler.Bu taneler sütü fermente edici rol oynarlar.Kefir farklı sütler ile (inek, keçi, koyun, hindistancevizi, pirinç ya da soya sütleri) yapılabilir. İlk kefirin deve sütü ile yapıldığı bilinir.
Kefirde etilalkol ve laktik asit fermantasyonları bir arada oluşur.
Kafkasya'dan dünyaya yayılan Türkler su ve ayran yerine içtikleri bu içeceği de beraberlerinde götürerek dünyaya tanıtmışlardır.

Kefirin faydalarına gelince :
- Hücre yenileme özelliğine sahiptir
- Kandaki kötü kolestrolü azaltır
- Tansiyonu düşürür
- İdrarı sulandırır
- Bağırsakları çalıştırır
- Şekeri düşürür
- Kanseri geciktirir
- Cinsel gücü arttırır
- Aidsi yavaşlatır
- Çok şekerli gıda tüketen çocuklar için faydalıdır

Ayrıca, sarılık , eklem hastalıkları, ishal , kabız , kan kaybı, idrar torbası hastalıları, doğum sorunları,sinirsel rahatsızlıklar, ülser, iştahsızlık, uykusuzluk, bronşit, astım gibi hastalıklarda da tedaviye yardımcı olur.
Böbrek, karaciğer ve deri rahatsızlıkların da faydalı etkileri vardır.

Kefirde :
- Mineraller (kalsiyum ve magnezyumun)
- Aminoasitler (triptofan)
- Proteinler
- Vitaminler (B12 , B1 ve K)
- Faydalı bakteriler (Lactobacillus caucasus, Leuconostoc, Acetobacter ve Streptococcus) vardır.
Kefirin diğer önemli bir özelliği de maya ve bakterilerin kültüre edilme işleminden sonra sütte bulunan laktozun tamamına yakınını yapılarında bulunan laktaz enzimi ile tüketmeleridir. Böylece laktoz dolayısıyla süt içemeyen, midesine dokunan kişiler kefiri sorunsuzca tüketebilirler.

Kefir dolapta saklandığı takdirde uzun süre dayanır. Beklemiş kefirin tadında hissedilen ekşiliğin nedeni Acetobakterler tarafından üretilen asetik asittir. Ayrıca içindeki alkol miktarı da bu süreçte %4 seviyesine kadar yükselir.

Kefir fermantasyon süresine bağlı olarak değişik özellikler ve isimler taşır :
- 24 saat sonucunda tatlı kefir
- 48 saat sonucunda orta sert kefir
- 3 gün sonucunda sert kefir
- 3 günden daha uzun süren fermantasyon sonunda çok sert kefir oluşur.

Kefirin kullanımına gelince:
- Su ve ayran yerine içilebilir
- Ekşi krem şanti yerine salataların hazırlanmasında ve sosların koyulaştırılmasında kullanılabilir
- Peynir ve yoğurt yapılabilir
- Pizza, börek ve çörek yapımında kullanılabilir.

Günümüzde kefir, Brezilya, Almanya, Fransa, İsrail, Lüksemburg, Norveç, Avusturya, İsveç gibi ülkelerde üretilmekte ve tüketilmektedir.
Japonlar su kefiri adı altında farklı bir kefir üretmektedirler. Bu kefirin üretiminde süt yerine su, kültürün beslenmesi içinde şeker ilave edilir. Çeşitli meyve sularıyla da kefir yapılabilmektedir

CocaCola Hakkındaki Şehir Efsaneleri






fon müziği için buraya tıklayın





Önce gerçek ya da gerçeklik payı olan şehir efsaneleri :

- CocaCola bir zamanlar İsrail'de iş yapmayı reddettiği için anti-seminist (yahudi düşmanı) ilan edilmiştir...
Yabancı şirketler için ortadoğuda iyi iş yapmak, İsrail ile iş yapmamak ile eş anlamlıdır. İlk fırsatta Arap ülkeleri, boykotlar ve propagandalar ile yabancı şirketleri "ya Arap pazarı, ya İsrail" ikileminde bırakıvermektedirler. Bu 1966 yılında CocaCola'nın da başına gelmiştir.Gerçi CocaCola 1949'da İsrail'de bir şişeleme fabrikası kurmayı denemiş, ancak yeteri kadar ilgi görmemişti. Daha sonra yeteri kadar büyük olmayan İsrail pazarına girmemenin politik değil, ekonomik bir karar olduğu açıklandı. Ancak İsrai'in onda biri büyüklüğündeki Kıbrıs'ta fabrika kurulunca tartışma alevlendi. Olay Amerika'ya sıçrayıp yahudiler CocaCola'yı boykot edince CocaCola Tel-aviv'de bir şişeleme fabrikası kuracaklarını açıkladılar. Bu açıklama beraberinde arap boykotunu getirdi.Bu boykot 1968'den 1991'e kadar sürdü.

- CocaCola kokain ihtiva eder
CocaCola'nın içindekiler dökümünde iki tıbbi içerikli maddeye rastlanır. Bunlar koka yapraklarının özü ve kola meyveleridir.iİk yıllarda kolalar kokainli olarak üretilmekte idi. Ancak toplunda oluşan tepkiler neticesinde koka yapraklarının özü şuruba asgari miktarda katılmaya başlandı. Bu CocaCola markasını korumak için de gerekliydi. Üretici candler şurubun patentini değil CocaCola markasının tescilini elinde bulunduruyordu. Dolayısı ile bu şurupta koka yaprakları olmalıydı. 1902'de bu oran 2 gramda 1/400'e kadar indirildi. 1929 yılında CocaCola kokainden tamamen arındırıldı.

- CocaCola içerdiği gizli bir risk nedeniyle bir reklam afişini geri çekti :
CocaCola'nın 1995 yılında "kıvrımları hisset" başlıklı reklam afişinde, ressam, buzların arkasından siluet şeklinde görülebilecek şekilde oral seks yapan bir kızı resmetmişti. Bu skandal tüm afişler toplattırılıp 200.000 $ lık reklam bütçesi heba edilerek düzeltilebildi.

- CocaCola şişeleri yanlışlıkla kakao ağacının meyvaları örnek alınarak yapılmıştır.
Eskiden gazlı içecekler aynı şekildeki şişelere konuluyor, farklı etiketler kullanılıyordu. Ancak o zamanlarda soğutma genelde buzdolapları ile değil şişelerin buz dolu kaplara konulması suretiyla yapıldığından etiketler ıslanıp şişelerde çıkıyor, yırtılıyordu. CocaColanın parlak fikri şişenin farklılaştırılması ve sadece dokunarak tanınacak dizayna kavuşturulması idi.Bu dizayn koka yaprakları veya kola meyvasını anımsatmalıydı.Bu şekilleri araştıran Clyde Edwards, Britannica ansiklopedisinin yanlış sayfasını getirince, CocaColaşişesinin dizaynı kakao ağacı meyvası şeklinde oldu...

Şimdi de hiç bir gerçeklik payı bulunmayan şehir efsanelerinde sıra :

- Noel Baba'nın yeni imajı CocaCola tarafından yaratılmıştır.
İddiaya göre Noel Babanın CocaCola renklerini taşıyan kırmızı beyaz elbiseli imajı CocaCola tarafından yaratılmıştır.Noel Baba yılbaşı ile özdeşleşen en önemli semboldür. Aslında bu sembol iki dini karakterin, Aziz Nicholas ve Christkindlein (Kriss Kringle)'ın birleşimi ile ortaya çıkmış bir karakterdir. 1930 yılında yeni yeni gelişmeye başlayan CocaCola kış aylarında da CocaCola satışlarını arttırabilmek için bir yol arıyordu. Haddon Sundblom isimli bir reklamcının düzenlediği kampanya ile Noel Baba, kırmızı beyaz elbiseler giyen, CocaCola içen, CocaCola hediye eden ve en önemlisi CocaCola'dan zevk alan bir karakter haline dönüşüverdi. Bu reklam sayesinde sönük geçen kış sezonunda satışlarını arttırırken aynı zamanda çocukların bir numaralı tercihi haline geldi.Ancak bu şehir efsanesi gerçeği yansıtmaz zira noel babanın bu imajı daha CocaCola bu reklemlerına başlamadan önce, 1920'lerde oturmaya başlamıştı. Ancak bu coca cola'nın Noel Baba imajında hiçbir farklılık yaratmadığı anlamına da gelmemelidir. CocaCola bu sembolü yaptığı reklamlar ile dini çevreler tarafından bilinen bir sembolden tüm dünyanın tanıdığı bir sembol haline getirmiştir. Daha renkli televizyonun evlere girmesinden önce, gazetelerde, sinemalarda, satış noktalarında modern Noel Baba imajını tüm Amerika'ya tanıtmış ve onu Amarika'nın en popüler şahsiyetlerinden biri haline getirmiştir.Ama bu imajı coca cola'nın yaratttığı doğru değildir.

- CocaCola yanlışlıkla gazlı içecek haline gelmiştir.
Başka bir şehir efsanesine göre, CocaCola bir otomatik meşrubat makinesininde kola şurubu ile sodanın karışması sonucu gazlı içecek haline gelmiştir. O sıralar Pemberton ürününü "French Wine Coca" adı altında şarap bazlı olarak pazarlıyordu. Ancak buna daha fazla devam edemeyeceğine, bu içeceği alkolsüz içecek olarak piyasaya sürmesi gerektiğine karar verdi. Koka ve kolanın birlikte oluşturduğu tatsız içeceğin başka eklemelerle tatlandırılması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden soda ekleyerek ürürünün ferahlatıcı bir hale getirilmesi gerekliliğini en baştan beri düşünüyordu. Bunun için birkaç blok ötedeki Mr. Venable'ın soda tesisine giderek değişik karışımlar deniyor ve bunları değişik kişilere tattırıyordu. Sonunda tatmin edici sonuca ulaşıldı ve CocaCola ortaya çıktı. CocaColanın bir hata sonucu gazlı içecek haline dönüştüğü iddiası pekçok kaynak ve kitapta da yer almıştır. Ancak bu, insanların kendilerini, çok büyük buluşların uzun çalışma ve çabalarla ortaya çıkarılmasını göz ardı etme, daha ziyade tesadüflere dayanan bir süreç olduğuna inandırmaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır sanırım

- CocaCola spermleri öldürür
1985 yılında bir gazetede yayınlanan makalede CocaCola'nın spermler üzerinde öldürücü etkiye sahip olduğu yazılmıştır.Aslında sodyum bikarbonat, asitli meyva suyu ve yağlarının spermleri öldürdüğü tarih boyunca bilinen bir gerçektir.Harvard Üniversitesi'nden Dr. Sharee Umpierre ve iki asistanı bu konuda bir araştırma yapmışlar ve değişik CocaCola türlerinin spermler üzerindeki öldürücü etkisini incelemişlerdir. Test tüplerine yerleştirdikleri spermlerin üzerine diet CocaCola, kafeinsiz CocaCola ve klasik CocaCola dökerek sonuçları incelemişler, spermler üzerinde en öldürücü sahip olan cola türünün light cola ve klasik kola olduğu sonucuna varmışlardır.Ancak bu iddialar bilimsel olarak kanıtlanamamıştır. Doğum kontrol hapları dahi %100 başarı sağlayamazken CocaCola'nın bu tür etkilerinden söz etmek hatalı olur. ancak 1950'lerde CocaCola'daki karnonik asidin spermleri öldürdüğü, şekerin ise sperm hücrelerine hasar verdiği düşünülerek hamileliği önlemede coca cola şişesini sallayarak oluşan basınçlı kolanın (şimdi burada anlatamayacağım şekilde) uygulanması ile hamile kalmaktan korunulacağı düşünülüyordu.Burada gözardı edilen en önemli husus ile kadınların vücutlarında kalan şekerin tedavisi güç enfeksiyonlara yol açabilecek olmasıdır.

- Bir bardak CocaCola'ya konan diş, bir gecede erir.
CocaCola'nın bir dişi bir gecede erittiği, dişe bu tür etki eden içeceğin, mide ve sindirim sistemine daha büyük zararlar verebileceği iddia edilir. Bu da yanlış bir tezdir. CocaCola bir gecede bir dişi, bir tırnağı ya da bir parça eti eritmez. CocaColada sitrik asit, fosfori asit gibi bazı asitler vardır. Ama bu asitler çok uzun sürelerde dişleri eritebilir ama aynı miktar asit portakal suyunda da vardır. Az miktarlardaki bu asitleri sindirim sistemimiz başarıyla absorbe eder.Ayrıca CocaColayı uzun süre ağzımızın içinde tutmayız. Ağzımızda kısa müddet kaldığından dişlere fazla bir zarar vermez. Zira diş mineleri dişlerimizi bu tür asitlerden korur.

- Coca Cola ile Aspirin birlikte kullanılırsa afrodizyak etki yapar ya da baş ağrısını geçirir.
Değişik zamanlarda CocaCola ile aspirinin birlikte kullanımının afrodizyak etki yaptığı, enerji verdiği, başağrısını kestiği ya da ani ölümlere neden olduğu gibi bazı savlar ortaya atılmıştır. Bunları hepsi asılsızdır. Hatta bu yüzden Amerika'da kızlar uzun süre erkek arkadaşları içine aspirin atmasın diye cola şişelerini ortada bırakmamaya dikkat etmişlerdir. Burada gerçek payı olan tek şey, fazla içki kullanımı sonrasında CocaColanın alkolün kuruttuğu vücudun su dengesini düzeltmesi, Aspirinin ise alkolün neden olduğu ağrıyı kesmesidir. Zira soda ile kafeinin bir arada bulunduğu cola, Aspirinine tkisinin artmasına neden olur.

- Coca Cola'nın orjinal rengi yeşildir.
Bu da asılsız bir görüştür. CocaCola'ya orjinal kahverengi rengini içindeki karamel verir. Bu şehir efsanesinin ortaya çıkmasındaki ana neden, CocaCola'nın ilk zamanlarda yeşil sişe içinde satılması olmuştur.

- CocaCola 'nın formülünü sadece iki kişi bilir, onlar da formülün birer yarısını.
Bu da yanlış bir söylevdir. CocaCola 'nın formülü gizlenir ama bu kadar da sıkı değil.
Düşünün ki formülü ele geçirdiniz. Peki üreteceğiniz içeceği CocaCola adı altında pazarlayabilecek misiniz ? Tabii ki hayır.
CocaCola 'nın pazarlama sistemi ile başa çıkmanız mümkün mü? Tabii ki hayır. Formüldeki en önemli içerik ise koka yaprakları kokainden arındırıldıktan sonra imal edilen çeşni ve esanstır. CocaCola 'nın formülü olduğu iddia edilen bir formül Mark Pendergrast tarafından yazılan bir kitapta yayınlandı.
Formül şöyleydi :
-kafein asidi, 1 oz.
-Vanilya, 1 oz.
-tatlandırıcı, 2.5 oz.
-coca yaprağı özü, 4 oz.
-sitrik Asit, 3 oz.
-yeşil limon suyu, 1 Qt.
-şeker, 30 lbs.
-su, 2.5 Gal.
-Yeteri kadar karamelkafein asidi ve yeşil limonun suyu kaynayan suda karıştırılır. Soğuduktan sonra vanilya ve diğer tadlantırıcılar eklenir. Yadlandırıcılar :
-portakal yağı ,80
-limon yağı ,120
-hindistancevizi yağı ,40
-tarçın yağı ,40
-kişniş yağı ,40
-neroli yağı ,40
-alkol, 1 Qt.
24 saat dinlendirilir.
Tabii tarih içerisinde formülde bazı değişiklikler yapılmıştır. Kokain birleşimden çıkartılmış, cafein miktarı çok azaltılmış, koruyucu olarak gliserin eklenmiş, sitrik asit yerine fosforik asit kullanılmaya başlanmıştır.
CocaCola 'nın formülü hala SunTrust Bank'ın kasasında kilitli olarak durmaktadır.

- Mormon tarikatı CocaCola 'yı satın almış...
CocaCola , bir grubun ya da kişinin (bu kişi Bill Gates bile olsa) kolay kolay bedelini ödeyip satın alamayacağı derecede büyük ve değerli bir firmadır. CocaCola 'nın büyük ortakları şunlardır.
- % 15 : Big Red : eski ve yeni yöneticilerle ailenin sahibi olduğu şirket
- % 9 : Sun Trust Bank
- % 76 ; çok sayıda kurum ya da kişiler.
Bu % 76 içerisinde tabii ki mormonlar da olabilir.Ama şirketi ele geçirebilecek oranda değil. Aslına bakılırsa mormonların inanışına göre cafein ihtiva eden içecekler kullanılmamalıdır. Kahve, çay, sigara ve alkole karşıdırlar. Doğal olarak CocaCola 'ya da karşı oldukları düşünülebilir. Bu kadar karşı oldukları içeceği üreten bir firmayı neden almak istesinler ki ?

- CocaCola yazısı yan tutulduğunda kokain çeken bir adam görüntüsü verir ve ressam tarafından içerdiği kokain dolayısıyla bilerek işlenmiştir.
Bu, bulutlardan şekiller bulmaya benzer. unutulmamalıdırki coca cola'nın logosu 1886 yılında Frank Mason Robinson tarafından yaratılmıştır ve Robinson CocaCola şurubunu imal eden pembertonun ortağıdır, ve ürünün isim babasıdır. Neden böyle birşey yapsın ki ?

- CocaCola firması marka tescilini devam ettirmek için yılda bir kere CocaCola cikleti pazarlar..
CocaCola dünyanın en değerli iki markasından biridir ve markasını korumak için radikal tedbirler uygular. Ancak buCocaCola 'nın ilk yıllarında böyle değildi. Başlangıçta içecek hariç, ciklet, şeker ve hatta sigara üreten bazı firmalara isim ve logosunun kullanım iznini veriyordu. Ancak zamanla bu ürünlerin kalitesinin düşmesi CocaCola markasının imajını da sarsar oldu ve CocaCola sadece lisans verdiği ürünlerin markasını kullanmasına izin vermeye başladı. Böyle bir kalitesiz üretim 1924 yılında CocaCola cikletleri için de söz konusu oldu ve CocaCola bu üreticiye baskı uygulayarak iflasına ve üretim hakkını iade etmeye zorladı.Ancak bu tarihten sonra markayı ortada bırakıp başkasının ele geçirmesini önlemek (bu yasal olarak imkansız ama dedik ya şehir efsanesi) ve marka tescilini devam ettirmek üzere çok az bir miktar CocaCola cikletleri üretiyor ve pazarlıyor. Yılda bir kere bir satıcı güney Carolina eyaletinin kırsal kesiminde bir dükkana bir koli CocaCola cikleti bırakıyor. 5-10 dakika dolaşıp aynı dükkana girip bir CocaCola cikleti istiyor. çiğniyor ve çok beğendiğini söyleyip tüm koliyi satın alıp gidiyor :)

- Life adlı dizide oynayan Mikey adlı küçük oyuncu patlayan şekerle birlikte CocaCola içmiş ve aşırı karbondioksitten ölmüştür.
Bu türk televizyonlarında gösterilen çocuk bezi reklamlarında oynayan çocuklara nazar değip birinin öldüğü şeklindeki şehir efsanesinin bir benzeridir ve tabii ki uydurmadır. Bu şehir efsanesine göre patlayan şeker ve CocaColanın midede birleşmesi çocukların hassas midelerini patlatır. Pekiyi neden bir dizi oyuncusu da herhangi bir çocuk değil ? Çünkü halkın tanıdığı kimseler hakkında böyle bir şehir efsanesi daha etkili olur. Mikey rolünü oynayan John Gilchrist'in çocukluğu çok sağlıklı geçmiştir ve şu anda New York'da bir radyonun pazarlama ve mali işlerinden sorumlu yöneticisidir. Bu arada. bu dedikodular yüzünden 1983 yılında patlayan şeker üretimini durdurmuş, bundan istifade eden Kraft 1985 yılında firmanın üretim haklarını satın almıştır...

-Bu mesajı 10 kişiye gönderin... hepinize bedava 4 kasa coca cola..
2000 yılının şubat ayında şöyle bir e-mail internette dönmeye başladı :"Bir aylık CocaCola'nız bedava"..
"CocaCola bu mesajı gönderdiğiniz her arkadaşınıza dört kasa light ya da normal CocaCola veriyor.Bu mesajı forward ettiğinizde bilgisayarınızda yeni bir pencere açılacak. Burada size bedava CocaCola'larınızı hangi adrese göndermemizi istediğiniz sorulacak. Bu adımızı dünyadaki tüm gençlere duyurmak için düzenlediğimiz bir promosyondur. İnanıyoruzki bu proje sadece sizin yardımınızla başarıya ulaşabilir. yardımınız için teşekkür ederiz...
Mike Hill pazarlama müdürü
Coca-Cola Corporation Atlanta, Georgia www.cocacola.com "
Bu mesajı gönderene sormak lazım ; tüm dünyada milyarlarca dolarlık reklam bütçesi olan CocaCola neden böyle basit bir e-mail kampanyasına ihtiyaç duysun ? Pekiyi 2000 yılında hala CocaCola'yı tanımayan gençlik sözkonusu olabil.r mi? Tabii ki bu e-mail CocaCola tarafından yalanlanmıştır ve böyle bir promosyonun söz konusu olmadığı açıklanmıştır. Biz millet olarak "bu mesajı 10 kişiye gönderirsen ....." mesajlarını çok severiz. Korkarım bu şehir efsanesi bir Türk'ün muzipliğidir.

26 Ağustos 2007 Pazar

Meyhane Terimleri Sözlüğü



Yumruk Mezesi :

Eskiden "ayaklı meyhane" denen seyyar içki satıcıları varmış. Bellerine ucu musluklu, Rakı veya şarapla doldurulmuş gayet uzun bir koyun bağırsağı sararlar, sırtlarında bir cüppe, cüppe'nin iç cebinde de bir kadeh bulundururlarmış. Etrafı kollayarak kuşağının arasından kadehi doldurup müşterilerine verirlermiş. Kadehi fondip yapan müşteri elinin tersiyle ağzını silip gider, buna da "yumruk mezesi" denirmiş...

Gedikli Meyhane :

Gedikli meyhaneler ruhsatlı ve sınırlı sayıda açılmış meyhanelermiş.Gedikli meyhaneler bir ustanın idaresinde işletilir, bu ustaya meyhaneci ustası ya da barba denirmiş. Meyhanede yiyecek içecek servisini sakiler yaparken, ortacı hizmetkarlara ve barbalara miço denilen küçük yaşta oğlan çocukları yardım edermiş.Yiyecek içecek tezgahının başındakilere tezgahçı yada mastori tabiri kullanılırmış. Gedikli meyhanelerde, sofraya şamdan getiren ve müşterilerin çubuklarına ateş koyan meyhane uşaklarına da ateşçi ya da ateşoğlanı veya pedimu denirmiş.

Unutma Bizi Dolması :

Ramazan boyunca meyhaneler kapalı kalırmış ve Ramazan bayramında meyhaneciler gedikli müşterilerinin evlerine midye veya uskumru dolma gönderirlermiş.
Buna "unutma bizi dolması" denirmiş.

Koltuk Meyhanesi :

Koltuk meyhaneleri gizlice içki satan ara sokak bakkalları ve manavları imiş eskiden. Günümüzde tek tekçi meyhaneleri ile karıştırılmaktadır.

Topik :

Topik bir Ermeni yemeğidir. Biz genelde bir Rakı mezesi olarak bilsek de, aslında topik Ermenilerin paskalyadan önce et ye süt ürünleri tüketmedikleri "büyük perhiz" ya da "karem" döneminde yedikleri yiyeceklerden biridir.

Agora Meyhanesi




Balat çarşısındaki bu meyhanenin kurucusu Kaptan Asteri...
En şaşaalı dönemlerini ise torun Hristo Dulidis zamanında yaşamış.
Balık siparişi alınınca balık bitişik dükkandaki balıkçı Kadir'den gelirmiş.

Türk meyhane kültürünün simgesi şu meşhur Agora Meyhanesi..
Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felçolmuş köşesinden yazıyorum
Beşyüz mumluk ampul karanlığında saatlerdir boş olan kadehlere şarkıları dolduruyorum
Tabağımdaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum
ve kaldırıp kadehimi rezilce yaşamanın şerefine içiyorum
Burada yaşanır aşkların en madarası
ve en şahanesi
burada saçların her teline bir galon içilir
gözlerinin her rengine bir şarkı seçilirsen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
burası Agora meyhanesi
içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
boşalan ellerimde kahreden hafiflik
bu akşam
umutlarımı meze yapıp içiyorsam
elimde değil
bu da bir nevi namuslu serserilik
dışarda hafiften bir yağmur var
bu gece benim gecem
kadehlerde alaim-i semaların raksettiği
bütün dertlerin hora teptiği gece bu
camlara vuran her damlada
seni hatırlıyorum
ve sana susuzluğumu...
birazdan plaklarda şarkılar susar
kadehler boşalır
umutlar tükenir mezeler biter
biraz sonrabir Mavi Ay doğar
bu sarhoş şehrin üzerine
birazdan bu yağmur da diner
sen bakma benim efkarlandığıma
mendilimdeki kızıl lekeyi boş ver
yarın gelir çamaşırcı kadın
herşeyden habersiz onu da yıkar
sen mes’ut ol yeter ki
ben olmasam ne çıkardedim ya
burası Agora meyhanesi
bir tek iyiliğin bütün kötülükleremeydan okuduğu yer
burası Agora Meyhanesi
burası kan tüküren insanların dünyası

Gerçekten de Agora Meyhanesi şiiri , İzmir'de yaşayan bir şairin eseri ve o semtin meyhanelerinden birinde yazılmış.
Ancak şiirin gerçek şairi hakkında rivayet muhtelif.
Kimine göre eser demiryolcu bir ailenin kızına aşık olan yine demiryolcu bir babanın oğlu dr.Onur Şenli'nin.
Kimine göre ise Agora semtindeki dindar bir fırıncının, baba korkusundan şiirin altına imzasını koyamayan oğlunun. ama kimin olursa olsun, muhteşem bir şiir, ve ismet nedim saatçi'ni mükemmel bestesi...
(parola: www.turkudostlari.net)

Neden "Çilingir Sofrası" ?



Çilingir Sofrası bu adı Çeşnigir Sofrasından almış.
Eskiden padişahın yemeklerinin tadına bakan çeşniciye Çeşniyar, bütün tadacağı yemeklerin az miktarda ve ufak ufak tabaklarda bulunduğu sofraya ise Çeşnigir sofrası denirmiş.
Çilingir sofrasında da değişik mezeler ufak tabaklarda ve az miktarda masaya geldiğinden, bu özelliklerinin benzetilmesinden dolayı, bu Rakı sofrasına Çeşnigir Sofrasından esinlenilerek Çilingir Sofrası adı verilmiş

Ülke Ülke Kahvaltı Çeşitleri










Türkiye
- demli çay
- kızarmış ekmek
- beyaz peynir / tulum peynir / kaşar peynir
- zeytin
- ev yapımı reçeller / bal
- yumurta
- sucuk / pastırma
- domates
- biber
ama kahvaltı etmeden evden çıktıysanız simit-keş... (ya da karper)

İngiltere
- çay yine en önemli unsur
- kızarmış tost ekmeği
- yumurta (sahanda ya da çırpılmış)
- marmelat ve reçel
- sosis, bacon
- mısır gevreği

Amerikan Kahvaltısı
- filtre Kahve / nescafe
- çırpılmış yumurta "scrambled eggs"
- Yulaf ezmasi
- müsli
- pancake
- mısır gevreği
- meyva /meyva suyu

Fransa
- bol sütlü Kahve "Café au lait"
- kruvasan ya da baget ekmeği
- reçel
- tereyağı
hiç fransız mutfağı adına yakışmayacak bir sadelik değilmi

İtalya
- espresso ve cappucino-
tost ekmekleri "tramezzini"
- mozarella peyniri
- fesltğen
- domates
- füme salam

İspanya
- sütlü Kahve "cafe con leche" ya da cortido (espresso)
- zeytinli ekmek "iberia" ya da domatesli ekmek "bocadillo con tomate"
- füme zeytin
- balık
- zeytin
- sarımsak

Rusya
- çay
- lakerdalı esmer ekmek (Wolga-schnitte)
- rus yumurtası
- Havyar
- lakerda

İsveç
- üzümlü ekmek
- yaban mersini reçeli
- soslu somon
- soslu alabalık

Hollanda
- çay / kahve
- ringa balığı
- hollanda peynirleri
- jambon

Japonya
- yeşil çay
- haşlanmış pirinç
- çiğ balık "sushi"

Çin
- Tatlı veya tuzlu haşlanmış sulu pirinç "congee"
- yağda kızarmış hamur parçaları "yu za kuei"tayland
- Taze sıkılmış meyve suları
- tropikal meyveler
- hindistan cevizi sütü

Portekiz
- koyu kahve
- taze meyva suyu
- ton balıklı
- yumurtalı ekmek
- sardunyalı ekmek

Mısır Gevreğinin Tarihi




Mısır gevreğinin tarihi, inanışları gereği sıkı bir vejateryen oruç uygulamak zorunda olan "Seventh-day Adventists" isimli kiliseye bağlı bir grup müridin, bu şartlara uygun bir yiyecek oluşturma çabası ile, 19. yüzyıla kadar uzanıyor.
Grup üyeleri buğday, yulaf, pirinç ve mısır gibi pek çok tahılla denemeler yapmışlar ve mısır, şeker ve vitaminlerin kombinasyonu ile mısır gevreğinin ilk temellerini atmışlar.
1894 yılında Dr. John Harvey Kellogg, bu karışımı Michigan'daki bir sanatoryumda,sıkı bir vejateryan rejime soktukları hastalara da uygulamış. Dr Kellogg'un empoze ettiği ve tamamen hafif yiyeceklerden oluşan bu diyet, baharatlı ve tatlı gıdaların insanların arzularını arttıcı etkilerinin tersine, anti-afrodizyak bir etki de gösteriyormuş. Hatta Dr. Kellogg, çocuklarda mastürbasyonu önleyici tedbirleri anlattığı "Plain Facts for Old and Young" isimli kitabında, erkek çocuklarda sünnet, kız çocuklarda ise klitorise fenol uygulaması ile birlikte, bu mısır yiyeceğinin de çok yararlı olacağını anlatmış.

Bu mısır karışımının mısır gevreği haline gelmesi ise Dr. Kellogg ve ağabeyi Will Keith Kellogg'un sanatoryumda bir presleme işlemi sırasında, pişirdikleri mısırın yanlışlıkla preslenmesi sonucu olmuş. Bu yeni şeklin tutacağını düşünen Kellogg kardeşler küçük bir bütçe ile üretime geçmeye, mısır hamurunu silindirlerden geçirip kurutarak gevrek haline getirmeye karar vermişler.
14 Nisan 1894 tarihinde ilk üretimi gerçekleştirip hastalarına vermeye başlamışlar ve 31 Mayısta "Granose" ismi ile ürünün patentini almışlar. Şeker ve süt ile karıştırılan bu gevrek hastalar arasında çok popüler olmuş. Bunun üzerine Kellogg kardeşler diğer tahıllarla da aynı sistemi denemeye başlamışlar. 1906 yılında Kellogg firmasını kurarak ürünü pazarlamaya başlamışlar. Bu arada bazı ürünlerine şeker ve bal da eklemeye başlamışlar.
En önemli pazarlama stratejilerinden biri de iki kutu mısır gevreği alanlara verdikleri küçük çizgi kitapcıklarmış.
1929 yılındaki ikinci büyük bombaları ise " Rice Krispies" olmuş.

İskender Kebap




Aslında döneri de iskender usta icad etmiştir.
İskender usta mangal üzerinde yatay olarak çevrilerek pişirilen kuzuyu madeni bir çubuğa geçirmiş, mangalı da ayağa kaldırmıştır.
Dikey olarak yerleştirilen kömürlerle pişirdiği kuzuyu uzun bir bıçakla ince ince keserek hazırlarmış.
İskenderin döneri kuzu ve koyun etinden yapılır, dana eti kullanılmazmış.
Kuzunun kolayca ve zayiat vermeden kesilmesi için kemiklerinden ayırmış, lezzetli olması için de sinirlerini temizleyip ince tabakalar halinde hazırlayıp özel sosta dinlendirmiştir.
Hazırladığı bu kebap önceleri "İskenderin Dönen Kebabı" olarak anılmış, zamanla döner adını almıştır.

İskenderden türetilmiş bir diğer kebap da Pideli Köftedir...
İskender kebabın aynısıdır. Sadece döner yerine küçük köfteler kullanılarak hazırlanır. Bir rivayete göre İskender, Pideli Köfteden esinlenerek yapılmaya başlamıştır. Diğer bir rivayete göre de Pideli Köfte İskender Kebaptan esinlenerek yapılmaya başlamıştır.
Hangisi daha eskidir bilmem ama pideli köftenin anayurdu bursa'nın kayhan semtidir. İskenderin doğum yeri de kayhan çarşısıdır.
Yıl 1867...

Bence en iyi iskender sadece Bursa'da yenir. Tavsiyem İskender İskenderoğlu ve İskender Efendi Konağı.
Zaten İskender Kebabı sadece İskenderoğlu ailesine (oğulları ve torunları) ait lokantalarda yenir. Diğer lokanlatalarda yediğiniz kebaplar İskender Kebap adını taşıyamaz çünkü bu ad İskenderoğlu ailesi tarafından tescil edilmiştir.

İskendercilerin milli tatlısı kemalpaşa tatlısıdır.Bir de Bursa'da terminalin karşısında bir işkembeci vardır. Burada bol Rakı tüketilen bir gecenin ardından işkembe çorbanızı içtikten sonra meşrubat dolabının içinde sıra sıra bekleyen "atom"lardan mutlaka tadın. Buz gibi fırın sütlacın üzerine iki adet kemalpaşa tatlısı konulması ile oluşturulan gerçek bir atom bu tatlı...

Kötü Kedi Şerafettin




Kötü kedi şerafettin nedense bana hep "Heathcliff"i anımsatır. Hani şu ağzı bozuk, psikopat, kavgacı, köpeklere daima posta atan Heathcliff.
Heathcliff'in de Sonja adında bir kız arkadaşı vardır. En iyi dostları da Clio ve Spike'dır. Çocuk kanalında yayınlanmasına rağmen bol bol "yahu, yılık, yuh, be, ulan" gibi argo sözcükler kullanır.Ama içkisi, sigarası yoktur.
Ama bizim Şerafettin Heathcliff'i arka cebinden çıkartır.Çok daha psikopattır. İnsan kaynaklı (!) olduğundan daha insani kötü huylara sahiptir. İçkilerden bira ve şarabı, sigaralardan da kısa Marlboro'yu tercih eder. Argo konuşur, Çapkınlığa bayılır. Üçkağıtçıdır, gaddardır. Sinirlendi mi, karşısındakinin kafasını gözünü dağıtır. Oğlu Tacettin'in doğumundan sonra biraz daha akıllı başlı oldu. Gerçi bu Tacettin'in doğum olayı da biraz karışık ama oralara girmeyelim şimdi..
Cihangir doğumludur ve halen orada oturmaktadır.

Pepsi Markası Nereden Geliyor ?




Eczacı Caleb Bradham 1890 yılında bu içeceği ilk ürettiğinde "Brad's drink", yani "Brad'in içeceği" adıyla satıyormuş.
19 Temmuz 1903'de "Pepsi Cola" markasını tescil ettirerek kullanmaya başlamış.
Pepsi Cola markasının seçilmesine dair muhtelif iddialar var.
Bunlardan birincisi Caleb Bradham'in bu ismi yerel "Pep Kola" markalı bir ürünün isim hakkını 100 dolara satın alıp "Pepsi Cola" ya çevirdiği.

İkinci bir iddia Pepsi Cola markasının Bradham'in eczanesinin karşısında bulunan büyük bir kilise olan "Episcopal" in anagramı olduğu.
(anagram: Bir kelimedeki harflerin yerleri değiştirilerek elde edilen kelime)

Üçüncü iddia bu içeceğin eczacı Bradham tarafından mide ağrılarını tedavi etmek için üretildiği ve hazımsızlık ile sindirim güçlüğünü ifade eden tıbbi bir terim olan "dyspepsia" dan geldiği.

Dördüncü iddia şu anda muhteviyat listesinde yer almayan fakat ilk başlarda üretimde kullanılmakta olan "pepsin" isimli bir biyokim nedeniyle seçilmiş olması.

Trenin mucidi kimdir?


Daha önceleri Richard Trevithick adında bir mühendis 1804 tarihinde Tram-Waggon adlı bir lokomotif yapmış ve bu lokomotif Pennydarran-Cardiff arasındaki 16 kilometrelik yolu 10 ton demir yüküyle 5 saatte almış.
Ancak bu lokomotif bizim ilk yerli üretim otomobilimiz olan Devrim'in akıbetine uğramış ve yoldaki beklemeler ve tamirler yüzünden çok vakit geçirince yararlı olmadığına karar verilmiş ve kullanılmamış veya geliştirilmeye çalışılmamış.
Daha sonra 1813'te, Blackett adında bir İngiliz, Newcastle şehrî yakınlarındaki Wylam kömür ocaklarında kullanılmak üzere, ilk lokomotifi yapmış. ancak çok basit ve gürültülü olan bu lokomotif de pek bekleneni verememiş.
Böylece trenin mucidi olarak anılma şerefine, 1814 yılında dikey çift silindirli bir lokomotif yaparak, buharla yürütme usulünü ortaya koyan George Stephenson nail olmuş.
hmenu(5,61025,5249)

Tren kazasında hayatını kaybeden ilk kişi




George Stephenson'un inşa ettiği ve saatteki hızı 24 kilometre olan "The Rocket" isimli lokomotifin çektiği trenin Liverpool-Manchester hattında seferlere başlaması dolayısıyla 15 eylül 1989'da düzenlenen açılış töreninde, törene davetli kabine üyelerinden William Huskisam trenin altında kalarak ezilmiş ve ölmüş.
Bunun nedeni olarak trenin kuvvetli bir fren sistemine sahip olmaması gösterilmiş. Bu olay tarihe "ilk tren kazası" olarak geçmiş. Dolayısıyla tren kazasında hayatını ilk kaybeden kişi William Huskisam olmuş. Kazayı yapan makinistin adı da Joseph Locke imiş...

Kahve Uyuşturucu mu ?




Osmanlı imparatorluğu döneminde kahveye ihtiyatla yaklaşılmış. Hatta uyuşturucu bir madde olarak dahi algılanmış. Ama kahveye direkt olarak uyuşturucu damgası vurmak mümkün olmadığından daha dolambaçlı çareler aranmış ve "kömürleşme derecesine kadar kavrulan şeyleri yemek ve bunların sularını içmek müslümanlıkta haramdır" denilerek kahve yasaklanmış.
Ancak, bu dolambaçlı yasak yine dolambaçlı yollardan aşılmış. 3. Murat zamanında "madem kömürleşme derecesinde kavrulan şeyleri yemek, içmek günah, o halde kahveyi kömürleştirinceye kadar kavurmazsanız serbestçe içebilirsiniz" şeklinde bir fetvayla olay çözülmüş.
Anlamadığım şey, kahveyi uyuşturucu olarak niteleyen ulema takımı hiç mi Kahve içmemiş... Yemen'deki çobanın keçileri bile Kahve ağacındaki çekirdekleri yedikten sonra hoplamaya zıplamaya başlamışlar, bu adamlar nasıl uyuşmuş acaba Kahve içince...

Devrim'in Hikayesi




İlk yerli yapım Türk Otomobili Devrim

1961 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatı ile "Ordunun binek aracı ihtiyacının karşılanması" amacıyla TCDD'ye üretim talimatı verilmiş ve bu iş için de 1.400.000 tl. ödenek tahsis edilmiş.(Aynı yıl Tarım Bakanlığı bütçesine "At neslinin ıslahı" için koyulan ödenek 25.000.000 TL. imiş)
Üretim için kendilerine verilen 4,5 ay gibi çok kısa bir süreye rağmen (aracın 29 ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilmesi istenmiş) TCDD çalışanları geceli gündüzlü çalışarak, elektrik donanımı, motor yatakları, cam ve lastikleri hariç %100 yerli parçalar kullanılarak devrim'in üretimi tamamlamışlar.
Üretilen 2 adet araçtan ikincisinin boyası ancak 28 ekim 1961 günü atılabilmiş, pasta ve cilası ise üretildiği Eskişehir Demiryol Fabrikaları'ndan Ankara'ya taşınması sırasında, trende yapılabilmiş. Trenin bacasında sıçrayabilecek bir kıvılcımın yangına sebebiyet vermemesi için de araçların deposundaki benzin boşaltılmış. İşte belki de devrim'in seri üretimine geçilmemesinin nedeni alınan bu tedbir olmuş...
29 Ekim sabahı Ankara'ya, Ankara Demiryol Fabrikasına ulaşan araçlara, Meclisteki törene giderken Sıhhiye'deki BP benzin istasyonundan benzin alınmasına karar verilmiş. Ancak eskort eşliğinde yola çıkıldığında bu işlem unutulmuş. Araçlar meclis önüne geldiğinde son anda farkedilen bu olay üzerine derhal getirilen benzin birinci Devrim'e konmuş, fakat Cumhurbaşkanı'nın bineceği ikinci siyah Devrim'e benzin ikmali yapılamadan yola çıkılmış. 100 metre gidildikten sonra Cumhurbaşkanı benzini biten siyah Devrim'den birinci Devrim'e geçerek Anıtkabir'e gitmiş. Devrim aynı gün hipodromdaki törenlere de katılmış.ertesi gün bütün gazetelerde, bütün bu emekler, %100 Türk malı parçaların kullanılmasıyla 4,5 ay gibi kısa bir sürede gerçekleşen bu başarı ve aracın başarılı denemeleri gündeme dahi getirilmeden tek bir alaycı manşet atılmış :"100 metre gidip bozuldu..."
Oysa devrim 100 metre gidip bozulmamış, benzini bitmişti. Cemal Gürsel'in dediği gibi : "Batı kafasıyla otomobil yapılmış ama, doğu kafasıyla benzin ikmali unutulmuştu"...
İşte bence Devrim'in seri üretimine geçilememesinin iki nedeni buydu : tren yolculuğu esnasında alınan tedbir ve doğu kafasıyla benzin ikmalinin unutuluşu...
kaynak : tülomsaş internet sitesi

Çocukluğumun Oyuncakları


Birinci sırada kuşkusuz Tornet var.
basitce bir tahta kalas ve 4 rulmandan imal edilen bu oyuncak, çocukluk yıllarımızın vazgeçilmezi idi. Bizim çocukluğumuzda asfalt yol bulmakta zorlandığımızdan, beton zeminli yokuşları kullanırdık. İtiraf etmek gerekir, kayarken çıkardığı ses iğrençti :)
İkinci sırada Tüf Tüf var.
İnşaatlardan aldığımız sıva altına döşenen pvc elektrik kablo kanallarını silah olarak kullanır, kağıtları huni yaparak ürettiğimiz cephanelerle kedileri, tavukları vururduk. Evlerin açık pencerelerinden içeri kağıt huniler üflemek ise bir başka versiyonuydu.
Üçüncü sıraya belki de en basit imal edilen oyuncağı koyuyorum : Çelik Çomak
Kısasına çelik, uzununa çomak denen iki dal ya da tahta parçası ile oynanan oyunun ana prensibi bir çukurun üzerine konan ve çomak vasıtasıyla ileri fırlatılan çeliğin karşı takım tarafından havada yakalanmasıydı. Çelik havada yakalanamadığı takdirde, maksimum 3 vuruşta atış yapılan noktaya ulaştırılmaya çalışılırdı. Hele bazı ağabeylerimiz çubuğun ucuna hafifçe vurup havalandırarak artistik birkaç hareket çekip, bir beyzbolcu edasıyla vururlardı...
Dördüncü sırada Çivili Futbol var.
Küçük bir futbol sahası şeklindeki tahtanın üzerine, çividen futbolcular çakarak, futbol topu olarak 25 kuruş ile oynadığımız bir oyundu. Herkesin arka arkaya 3 vuruş hakkı vardı. Daha sonra bunların plastik saha ve futbolculu olanları çıktı ama bana hiç çivilisinin tadını vermedi...
Beşinci olarak tabii ki Misket.
Rengarenk misketlerle türlü türlü oyunlar oynardık. Benim misket kültürüm fazla olmadığı için kurallar konusunda çok fazla ayrıntı veremeyeceğim :)
Telli arabalardan söz etmemek haksızlık olur.
Uzunca bir telin bir tarafını yuvarlayarak direksiyon yapar, ucunu da plastik arabamıza takardık. bazı arkadaşlarımız işi abartıp, direksiyondan vites, ayna süsü gibi bazı aksesuarlar daha eklerdi bu oyuncağa...
ve tabii mutlaka anılması gereken diğer nostaljik oyuncaklarımız :
Çember
Lak lak
Topaç
Şeytan uçurtması
Mantar tabancası
Kızma birader
Frizbi
ve de illa ki, lastik pompasını sıkınca "tıkı-tık tıkı-tık" diye Trampet çalan maymun...